Karadeniz açıkları, dipleri..
Kolye yapılmak için gönüllü olan 116 midye sıraya girmiş
bekliyorlardı. Birazdan sarayın baş takı tasarımcısı Haldeni yanlarına gelecek
ve hepsini, tam karşılarında boynu bükük bekleyen genç deniz yılanı Panora’nın
gövdesine yosunlarla bağlayacaktı. İçlerinden en büyüğü olan midye ana Gulama,
sadece büyüklüğü ile değil üzüntüsüyle de dikkat çekiyordu. Üzgündü, çok
büyüktü ve en büyük midye olarak kolyenin tam ortasına konulacaktı. Çok eski
zamanlarda bir kere daha gönüllü olmuştu bu kolye işi için. Ama o zamanlar
gençti ve akılsızdı. Ya şimdi? başına geleceği bile bile niye gönüllü olmuştu
ki tekrar? Bunun tek bir nedeni vardı: Saray bahçesindeki süs havuzuna atılan
kızını görme umudu.
Diğer midyeler ise sadece sarayı görmek istiyorlardı. Hem de
prenses Samirina’nın boynunda salınarak, hem de her yerini.
Kolye, prenses için hazırlanan onlarca kolyeden biriydi ama
herkes bilirdi ki Samirina en çok midyeli kolyeleri sever ve eğer deniz
yılanıyla anlaşırsa o kolyeyi taa gece yarılarına kadar boynundan çıkarmaz. Bu
da demek oluyordu ki, eğer Panora böyle yüzünü asmaya devam ederse, midyelerin
hayalleri asla gerçekleşmeyecek!
Samirina’nın boynuna takıldıkları gibi çıkarılmak istemeyen
midyeler, Panora’nın keyfini bir parça olsun yerine getirebilmek için hep bir
ağızdan takırdamaya başladılar. Panora ise, o takırtıların eşliğinde iyice
kıvrıldı kaldı olduğu yerde. Gövdesinin herhangi bir yerinden çok da ayırt
edilemeyen başını, kıvrımlarının arasına sakladı. İçinden kendisini bu
şerefli göreve yollayan babasına iyi aile terbiyesi almış genç bir deniz
yılanına yakışmayan ifadelerle söylendi, ve midye ana Gulama’nın sesi diğer
takırtıları bastırana kadar hiçbiriyle ilgilenmedi. Gulama çok basit bir şey
söylüyordu: “Panora, bu benim son şansım.”
Gulama’nın masallarını dinleyerek büyüyen Panora’nın
yapabileceği hiçbir şey yoktu. O masallar Panora’yı uyutmuş, uyutmadan önce
düşlere yollamış ve düşlerinde suyun bittiği yere götürmüştü. Panora da midye
anayı götürmeliydi, en büyük düşüne.
Haldeni’nin on sekiz kolunu sallaya sallaya gelmesiyle
sesler kesildi. Midyeler, biraz önce Panora için bozdukları sırayı yeniden
kurdular ve asla saklamak istemedikleri heyecanlarıyla baş başa kaldılar. Haldeni saray tarihinin yazdığı, yazmakla kalmayıp daha şimdiden on sekiz
koluna ayrı ayrı övgüler düzdüğü, en yetenekli, en yaratıcı ve en huysuz takı
tasarımcısıydı. Eşsiz değerinin farkındaydı ama bu farkındalık onu daha çekilir
kılmıyordu.
Ancak bugün, her günden ve her günün her anından çok daha
huysuz, çok daha sinirliydi. Sinirliydi çünkü, yardımcısı Barkan son eseriyle
gelip karşısında durduğunda dili tutulmuştu. O ne muhteşem bir tokaydı? O ne
zarif, o ne inanılmaz, o ne müthiş bir işçilikti? Bu çocuğa asla bunları
öğretmediğinden emindi Haldeni. Nereden aklına esmişti acaba, o minik kabukları
böylesine başa çıkılmaz bir uyumla bir araya getirmek? Ve asıl önemlisi, buna
nasıl cüret edebilirdi? Hem de sadece iki koluyla!
Haldeni, aklını kemiren düşünceleri bir yana bırakıp
kendisine iç sızlatan bir merak ve heyecanla bakan midyeleri boylarına ve
renklerine göre ayırmaya başladı. Bunlar çok güzel midyelerdi. Gönüllü olmanın
da ilk ve terk şartı buydu zaten. İstemek yeterli değildi, güzel ve istekli
olmak gerekiyordu, ama başka çare kalmamışsa, sadece güzel olmak da yeterliydi. İstek her zaman ve her şartta sonradan sağlanabilecek, sağlanamadığı takdirde
çok da önemsenecek bir şey değildi. Bir görev emri alemin en güzel midyelerini
karşısına getirmeye yeterdi.
Bu midyelerle hazırlayacağı kolye Samirina’nın keyfine göre
günlerce kullanılacak, kullanılmadığı zamanlarda kendilerine ayrılan özel bir
yerde bakımları yapılacak ve eğer son kralın bir marifetmiş gibi istediği yeni
yasalar uygulamaya konulursa, en fazla
bir ay sonra serbest bırakılacaklardı. Yani onca emek ve onca yaratı sancısı
bir ayda heba olacaktı! Böyle bir yasaya ne gerek vardı? Zaten onların
gelenekleri, takı ahalisini esir gibi tutmalarına izin vermezdi. 'Çeşitli
şartların belirlediği bir takım süreler'in sonunda, her biri yerini yeni
gönüllülere bırakırdı. Saray saray diye tutturan o kadar çok meraklı vardı ki.
Haldeni’yi teselli eden tek şey panora’nın varlığıydı. Çünkü bu deniz yılanının
sülalesi kuşaklar boyu en iyi hizmeti vermiş ve başarılarından dolayı saray
tarafından defalarca ödüllendirilmişlerdi. Hepsi saray kadınlarının
boyunlarında geçen ömürleriyle gurur duyardı ve Panora’nın da diğerlerinden bir
farkı olacağını sanmıyordu.
Hiç de böyle düşünmeyen ama vefalı bir deniz yılanı olan Panora’yı eline alan Haldeni, yılların deneyimi ve becerisiyle midyeleri teker
teker üstüne bağlamaya başladı. Tabii o keskin gözlerinin bir bakışta seçtiği
en büyük midye Gulama’yı tam ortalarında tutarak. Aslında sanatçı yanı ona, bu
klasik tasarımdan daha farklı bir şeyler yapmasını ısrarla söylüyordu ama Haldeni’nin bu sesi dinleyecek vakti yoktu. Hem Gulama da yabana atılacak bir
midye değildi. Onu tam ortada değerlendirmek ve yanlarına diğer midyeleri
dizmek, şu an için çok gereksiz olan sanatsal endişelerden kesinlikle daha iç
açıcı bir seçimdi.
Kolyeyi rekor sayılacak kadar kısa bir sürede tamamlayan Haldeni, yaşlı Kalmar’ın yanına
gelmesini rica etti. Mutlaka yapılması gereken bir iş daha vardı çünkü. Aslında
bu, bir iş olmaktan çok bir gelenek, bir tür ayindi. Takı yapımında kullanılan
bütün kraliyet canlıları, hizmet verecekleri kol, boyun, parmak ya da başa
gönderilmeden önce yemin ederlerdi. Görev süreleri boyunca duydukları,
gördükleri hiçbir şeyi anlatmayacaklarına dair.
Yaşlı Kalmar, elinde bir asayla ağır ağır süzüldü, geldi ve Haldeni’nin yanında durdu. Takı yemin törenlerinin vazgeçilmez yöneticisiydi o.
“Ssuyun bittiği yerin üstüne ant içeriz” diye sonlanan yemin metnini, yüzlerce
defa tekrar etmiş olmasına rağmen hala daha o ilk günün gurur ve heyecanını
taşırdı. Ama onun ve diğer yemin gerektiren işler için görevli olan
arkadaşlarının bilmezden geldiği şey, bu yeminlerin öyle çok da tutulmadığıydı. Evet belki sırlar söylenmezdi, bunu yapanın başına neler geleceğini tüm ülke
bilirdi. Ancak, kulaktan kulağa bir zincir yosununun çözülmez halkaları gibi
akıp giden söylentiler, dedikodular ve saray yaşamının zararsız ayrıntıları,
hep bu sadece bir ucundan tutulan yeminin sonucuydu. Tutulmayan diğer uç, belki
de bu kadar çok gönüllüyü toplayabilmenin olmazsa olmaz şartıydı ve gözardı
edilmesinde çoğu zaman fayda vardı.
Yaşlı Kalmar asasını kaldırınca, Haldeni’nin on sekiz koluna boylu
boyunca yayılmış olan Panora ve bedenine bağlanan midyeler kulak kesildi. Yaşlı Kalmar’ın titrek ama inadına güçlü sesiyle söylemeye başladığı yemini, peşi
sıra tekrar ederek bitirdiler. “Suyun bittiği yerin üstüne ant içeriz” dediklerinde, Panora o suya da üstüne de oldukça kızgındı. Daha şimdiden midyelerin ağırlığı
canını sıkmaya başlamıştı ve bu şerefli ısdırabın ne zaman sonlanacağına dair
hiç de umut veren bir tahmini bulunmuyordu. Sonunda Haldeni’nin kollarında
saraya doğru yola çıktıklarında, Gulama içinden dua okumaya başladı, öbür
midyeler son bir kez takırdadı, ve Panora yüzüne, öğretilmiş gülücüğünü
yerleştirdi.
Devam edecek..