Her şeyi bir yana bırakıp gökyüzüne baktığında, gökyüzünün de ona
baktığını fark etti. Çok ama çok kısa bir fark ediş anıydı bu. Gözünün ucundan
kirpiğinin üstüne atlayan ve sonra hemen göz bebeğine kurulan bakış, aynı hazin
hızla burnunun ucuna ve oradan da sol yanağına zıplayıp kendini boşluğa
bırakmıştı.
Kaçamak bakışın
firarını izlerken aklı başına geldi. Gökyüzü ona bakmıştı! Başını yukarıya
kaldırdı, gökyüzüne dik dik baktı. Evet işte oradaydı! O da gözünü dikmiş
kendisine bakıyordu. Hiç çekinmeden, utanmadan, acaba ayıp olur mu diye zerre
düşünmeden, öyle dosdoğru gözlerinin içine bakıyordu. Sanki gözlerinin
sahibiymiş gibi. Alıp da gidecekmiş gibi.
Tam bu sırada
paçasından çekiştirildiğini hissetti. Umursamadı. Gözleri üşendi, canı sıkıldı.
Hem kim gökyüzü kendisine yiyecekmiş gibi bakarken koluyla bacağıyla uğraşırdı
ki? Hiç kimse! Ama kim ayak bileğini sıkıştıran uslanmaz bir çekiştirmeye kayıtsız kalabilirdi? Yine, hiç kimse!
Gökyüzü henüz gözünü kırpmamışken hızla aşağıya baktı. Paçasına yapışan arsızı hemen tanıdı. Az önce atlaya zıplaya kaçan küçük bakıştı bu densiz. Zamansız arsız ve edepsiz. Bir şey söylemeye çalışıyordu elini kolunu sallayarak. Bas bas bağırıyordu, kızarmış bozarmıştı ama sesi yetmiyordu, duyuramıyordu bir türlü.
Başka bir zaman olsa merak ederdi ne söylemeye çalıştığını. Başka bir zaman olsa, mesela gökyüzü ona bakmıyorken, işte o zaman belki duyardı onu, dinlerdi. Ama şimdi hiç sırası değildi. Hem kim gökyüzü kendisine dokunacakmış gibi bakarken küçük bir bakışın derdini dinlerdi ki? Hiç kimse!
Boşverdi, çevirdi başını gökyüzüne. Bulutları, kuşları ve uzaktaki bir uçağı gördü. Bir terslik, kocaman bir eksiklik vardı. Gözlerini kapadı, açtı, oğuşturdu, kaşıdı.. sonra anladı, gökyüzü artık ona bakmıyordu. Gitmişti sanki, bırakıp gitmişti.
Çok kızdı, öfkeyle yere baktı, aman be işte o küçük salak ve rahatsız bakış da gitmişti. O da yürüdü gitti. Hem kim gökyüzü artık ona bakmıyorken bir yerlerde durmak isterdi ki? Hiç kimse!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder